29 Nisan 2016 Cuma

Barika'nın kuyusu: MADDE BAĞIMLILIĞI ÜZERİNE (SON KANEPE)

Barika'nın kuyusu: MADDE BAĞIMLILIĞI ÜZERİNE (SON KANEPE): Başlığa bakıp kafanızda kristaller yaratmanıza gerek yok, madde bağımlılığının o anladığınız halindeki maddelerinden en fazla bir fırt ...

MADDE BAĞIMLILIĞI ÜZERİNE (SON KANEPE)



Başlığa bakıp kafanızda kristaller yaratmanıza gerek yok, madde bağımlılığının o anladığınız halindeki maddelerinden en fazla bir fırt sigara çekmişliğim var (bir de "karnım aç benim" diyerek otlu kek yemişliğim var ama cahilliğime verin) o kadar. Bu bahsettiğim; hepimizde olan cinsten bir bağımlılık.

Asya'ya geldim aydınlandım iddiasında bulunmayacağım (henüz) ama bakış açımı bir şekilde değiştirdiği hatta belki de geliştirdiği kesin. Farklı yerler görmenin ve farklı insanlar tanımanın en büyük artısı size farkı hayatlar olduğunu göstermesi. Bu hayatta tek bir alternatifiniz olmadığını...

Ama önce başka yerden başlayalım: Dün gece bizim İstanbul'daki evde temizlik vardı. Babam ve erkek kardeşim olacak @ezikböcek ; benim 35 yılda biriktirdiğim her şeyi "bu eskiciye, bu çöpe" şeklinde ayırdı. Şu dünyadan bir Barika geçtiğine dair bir iz kalmadı anasını satayım! Bu ne acımasızlık!
İşte o temizlik boyunca biz telefonda konuştuk. Benim te sekiz yaşında yazmaya başladığım (ve kendisinin okurken inanılmaz eğlendiği) günlükten (sekiz yaşında başladığım bu günlük tutma macerası normalde yirmi üç-yirmi dört yaşlarında bitti ama şimdi bu blogu bu konuda sömürdüğüm için bitmemiş de diyebiliriz), imzalı Mavi Sakal kartpostallarına, ilk çalışmaya başladığım zaman çıkartılan sağlık karnemden ilkokul karnelerime, bugüne kadar oturduğum tüm evlerin kira kontratlarından üniversite laboratuvarında yaptığımız deneylerin kalıntılarına kadar; hayatımdan geçip giden ne varsa saklamışım. Uçak biletleri, faturalar, fişler, üzerine not alınmış peçeteler, kiminle içtiğim bana mesele olmuş bira şişesinin kapağı, kuş tüyleri, kurutulmuş çiçekler, yapraklar, sağa sola çiziktirilmiş yazılar, sayfalarca öyküler, denemeler, fotoğraflar, konser biletleri, maç biletleri hatta sinema biletleri... O kadar çok şeye o kadar çok anlam yüklemişim ki sonunda hiçbir şeyi atamamışım. Bugün, ben o "kirli çıkı" dan 6000 km (evet, yine!) ötedeyken ve gözüm görmezken @ezikböcek eline geçeni attı. Ve ben ona telefonda bana her sorduğu şey için "at!" dedim. At! Şimdi, o evde ne varsa elimden çıkarmaya karar verdim. Koltuklar, masalar, sandalyeler vs...

Bugün yıllar sonra ilk defa bir yerde "evim" yok. Bana ait, tamamen benim bir ev... İçi ben dolu bir yer yok. Bu öyle acıklı falan değil, sadece tuhaf bir his. Olabiliyormuş. Yani illa bir şeylere tutunmasanız da hayatta kalabiliyormuşsunuz. Bunu benden önce ve benden milyonlarca kat daha iyi anlatan canım Palahniuk, Dövüş Kulübü'nde ne demişti:

"Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki; bu, hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur" 

Sahip olduklarınız, sonunda sizin sahibiniz olur...

Benim sahiplik duygum baya bir sekteye uğradı. Elimde tutmak için ısrar ettiğim tek şey fotoğraflarım, ilk günlüğüm ve annemin çeyiz sandığı. E bunun Asya bağlantısı nerede derseniz; örnekleri derim. Başka türlü hayatların da mümkün olabileceğinin örnekleri. Cesareti...

Konfor alanını terk etmek, bu yaşa kadar sizi getiren kültürün size öğrettiği "sahip olmalıyım" güdüsünden sıyrılmak tabi ki kolay değil. Sorun şu ki siz çarkın içinden çıksanız da o çark dönecek. Vazgeçilmez değilsiniz. Karar vermeniz gereken o çarkın içinde kalıp kalmamak. Ve evet o karar da kolay değil. Nietzsche'yi ilk defa okuyacak kişilere "inandıklarının yıkılmasına hazır ol" babında bir laf söylerlermiş ya; o hesap, kolay değil sizi bu yaşa ve buraya kadar getiren içinize işlemiş olan kültürü yok saymak. Tüpsüz suya dalacakmışsınız gibi hissetmeniz normal. Hele de bizim gibi 80 lerde doğmuş, Özal ve serbest ticaret hayalleri ile büyümüş, bu hayatta "yırtmak" en büyük amacı olan bir kuşak için hepten zor. Ama dedim ya, örnekleri var. Kendi kendinize tekrarlayın arada sırada: "Başka bir hayat mümkün!" Ve bilin ki bu doğru...


19 Nisan 2016 Salı

Barika'nın kuyusu: İKİ KİLOMETREKARELİK ADA

Barika'nın kuyusu: İKİ KİLOMETREKARELİK ADA: Öğrenmenin, tecrübe etmenin sonsuz olduğunu bir kere daha pekiştirdiğim günlerden herkese merhaba... Yaş, kimi şairlerce yolun yarısı ola...

İKİ KİLOMETREKARELİK ADA



Öğrenmenin, tecrübe etmenin sonsuz olduğunu bir kere daha pekiştirdiğim günlerden herkese merhaba... Yaş, kimi şairlerce yolun yarısı olarak nitelendirilen yerde olsa da geçen zamanda uzayan insan ömrüne istinaden biraz daha yolumuz var gibi geliyor bana. O yüzden hala ekmek var bize bu dünyada. Yoksa hayatı boyunca toplamda 20 dakika motora binmiş kızın 4 saat motor üzerinde ne işi var?!

Girişi derinden yapıp yüzeye çıkmak gerekirse buraya Kamboçya'nın kuş uçar ama kervan geçmez bir adasından geldik. Ya da halk arasında bilinen adı ile Koh Tonsay'dan. Vikipedi'ye göre kendisi 2 kilometrekarecikmiş. Sağına soluna doğru yürümeye çalıştığımız sırada biz de ne kadar küçük olduğunu fark etmiştik aslında.
Ada bir zamanlar (1950-70 arası) mahkum edilmiş suçlular için bir rehabilitasyon merkeziymiş. Şimdi ise sadece bir kaç lokal balıkçı ailenin yaşadığı az nüfuslu, ıssıza yakın bir yer.

Elektriği, interneti, lüks tesisleri yok ama bambudan bungalovları, karman çorman köklü amorf ağaçları, ay ışığı, yıldızları, köpekleri, tavukları, sabahın körü kapınızın önünde yaygara koparan horozları, dünya tatlısı çocukları -evet Angelina haklısın- , hindistan cevizleri, suda ışıl ışıl parlayan planktonları, dalga sesleri, hamakları, suda zıplayan balıkları ve deniz yıldızları var.

Kendi isteğimle olmasa da mecburen döndüğüm o koca dirsekten sonra ben pek çok şeyin peşini bırakmıştım. Hala arada sırada rüyalarıma giren ve sabahları beni üstümde bir öküz oturuyormuş hissi ile uyandıran geçmiş hesaplaşmaları bırakmak gerekiyordu.Sorgulayarak, hesap ederek bir yere varamayacağımız artık aşikardı. Yaşayacaksak yaşayacaktık; o kadar. Aynı yerde duranınız varsa ya da aynı yerden geçeniniz; tavsiye ederim. Kendinizi alın götürün o adalardan birine. Ya da dur abartmayalım, böyle felsefi, çok içsel bir şeyler mırıldanmak zorunda değilsiniz. Sadece alıp başınızı gitseniz de olur...

"Bugün rüzgar az mı esti çok mu esti" den başka derdiniz olmasın. Seçenekleriniz sınırlı olsun ki seçmek için vakit kaybetmek yerine keyfine bakın gitsin.
Telefonu şarj -şarz da edemeyin- edemeyin ki kim nerede ne yapmış haberiniz olamasın. Fotoğraf çekemeyin ki kafanıza kazınsın.

Tatlı -şekerli değil, tatlı- kahveden, ekmek arası omletten -hayır doğru yazdım-, size bütün olarak gelip masada suratınıza bakan yengeci ellerinizi yırtmadan parçalayıp yemekten -yazarken
baya vahşice geldi ama inanın yaparken de öyle- , en kolay sallanan hamağı bulmaktan, elinizdeki kitabı bitirmekten başka işiniz uğraşınız olmasın. Kumda ip atlayan çocuklarla takılın, farklı ülkelerden gelen yabancılarla tanışın, denizin en güzel anını kollayın, taze meyve sularından için, ne bileyim gidin yaşayın işte!




Bir de benim kadar şanslıysanız size önce bu yolu açan, sonra sizle beraber bu yolu tepen bir yol arkadaşınız da olur. Hatta onunla beraber Şirinler'i bile görebilirsiniz...



Hadi bakayım, şimdi dağılabiliriz.